1) İcmâlîiman: 5
a) Kelime-i Tevhid: 5
b) Kelime-i Şehadet: 6
"İhsan, Tevhid ilminin inceliklerinden her hangi birinde güçlükle karşılaşırsa, sorup öğreneceği bir âlim buluncaya kadar, Allah katında doğru olana inanması gerekir. Böyle bir kimseyi arayıp bulmakta gecikmesi caiz değildir, Bu hususta tereddüt edilerek beklemek, mazur görülmez. Eğer tereddüt ederek beklerse kâfir olur.[1]
Şehid imamımız İmam Ebu Hanife (rh.a) "El-Fıkhu'l-Ekber" adlı meşhur eserinde bu hakikati böyle beyan eder...
İman, yegâne Rabbimiz Allah'ın, insan kullarının katıksız ve terüddütsüz inanmalarını emrettiği, yegâne önderimiz Rasulullah Muhammed (s.a.s.) vasıtasıyla beyan buyurulanlann bütününe hiçbir şübheye düşmeden kalben tasdik ve dil ile ikrar edip inanmaktır... İmanın temel ilkelerinde herhangi bir şübhe her hangi bir tereddüt sonucu inanmak veya inanmamak arasında bocalamak, kişiyi iman dairesinden dışarı çıkarır, ya da iman dairesinin içine girmesini engeller... Bundan dolayı bütün iman ilkelerine, hiçbir şübhe duymadan, herhangi bir tereddüt geçirmeden katıksız bir şekilde ve idrak ederek inanmak gerekir... Kalbin mutmain olarak inandığı bu katıksız imanı dil ile ikrar edip muvahhid bir mü'min olduğunu diğer insanlara duyurmak, mü'min müslümanların vazifelerindendir.
İmanın temel ilkelerinde herhangi bir ihtilaf muvahhid mü'minleri bulunmaları gerekli olan Tevhid noktasından ayırır, onları birbirinden uzaklaştırır... Böyle bir ihtilaf, ihtilaf edilen konunun durumuna, göre ihtilaf edenleri sapıklık ve günahın içine düşürür.
Allâme Aliyyu'l-Karî (rh.a), Şehid imam Ebu Hanife (rh.a)'in "EI-FıkhuT-Ekber" adlı meşhur eserini şerh ederken, Tevhid konusunda ihtilafa düşmenin zararlarını şöyle anlatıyor:
"Ahkam ilminde ihtilaf rahmettir. Tevhid ilminde ihtilaf ise, sapıklık ve bid'attır. Ahkam ilminde hata, af olunmuştur. Hatta, hata eden sevab dahi alır. Tevhid ilminde ise böyle değildir. Onda hata etmek, küfür ve günahtır. Hata eden de günahkâr olur.[2]
Muvahhid mü'minler, yegâne hayat nizamı olan İslâm'ın iki ana kaynağı olan Kitab ve Sünnet'ten yani, Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerden kaynaklanan deliller ile katıksız bir şekilde inandıkları imanın ilkelerinde hiçbir şübhe ve tereddüde düşmemeli ve bu konuda ihtilaf etmemelidirler. Herhangi bir tereddüt meydana gelince "bu konu Allah katında nasılsa ben öyle inanıyorum demeli ve hemen o konuyu ehline sorup delilleriyle öğrenmelidir.
Gerek akîde olsun, gerekse amel konusunda olsun, muvahhid mü'mine düşen vazife, delilleriyle konuyu iyice öğrenmek, bilip idrak ederek inanıp amel etmektir. Amelî konulardan önce Tevhidi, yani imanı konuları öğrenmesi ve delillerini bilmesi gerekir. Çünkü iman, amelden önce gelir. İman çok sağlam olmalıdır ki, amel kabul görsün. Sakat bir iman ile işlenen amelin hiçbir kıymeti yoktur... Salih amel, seksiz şübhesiz, tereddütsüz ve katıksız iman ile değer kazanır ve kabul görür...
Şehid İmam Ebu Hanife (rh.a) "El-FıkhuT-Ebsat" adlı eserinde şöyle der:
"Dinde fıkıh, ahkamda fıkıhdan daha üstündür. Kişinin, Rabbine nasıl ibadet edeceğini öğrenmeye çalışması, kendisi için bir çok ilmi toplamasından daha hayırlıdır.
Fıkhın en faziletlisi, kişinin yüce Allah'a iman, şerayi, sünnetler, hadler, ümmetin ittifak ve ihtilafım bilmesidir.[3]
"El-Akidedu't-Tahâviyye" adlı eserinde, Ümmetin imamlarından İmam Tahâvî (rh.a), İslâm akidesinin öğrenilmesi ve idrak edilmesi konusunda şunları kaydedir:
"İslâm'ın varlığı, ancak teslimiyet ve itaat ile mümkün olur. Öyleyse her kim, öğrenilmesi yasak edilen şeyi öğrenmeye meyleder ve anlayışı teslimiyet ile kanaat getirmezse onun bu arzusu kendisini, Allah'ın birliğine olan katıksız Tevhid inancından, saf bilgi ve sahih imandan alıkoyar. Bunun üzerine kişi, küfür ile iman, tasdik ile tekzib, ikrar ile inkâr arasında vesveseci, dağınık, şübheci bir şekilde ne tasdik eden mü'min, ne de inkâr eden bir yalancı durumuna gelmeden bocalar durur. [4]
Kabul gören katıksız iman, kesin bilgi ister... Delilleriyle bilinen ve mutmain bir kalb ile tasdik edilen iman, bütün şübhelerden arındırılmış ve onun aleyhine her hangi bir suç işlenmemiş, yani imanı sakatlayıcı, ya da tamamıyla yok edici herhangi bir fikir, hâl ve harekette bulunulmamış olması gerekir.
Şehid imam (rh.a), "El-Fıkhu'1-Ebsat" adlı eserinde şöyle diyor:
"İman, Allah'dan başka ilâh olmadığına, O'nun bir olup şeriki bulunmadığına, meleklerine, kitablarına, peygamberlerine, cennetine, cehennemine, kıyamete, hayır ve şerrine, hiçbir kimseye kendi amelini yaratılma gücünün verilmediğine, insanların kendisi için yaratıldıkları sonuca ve ilâhî takdirin cereyan ettiği şeye intikal edeceklerine şahidlik etmendir.[5]
"El-Alim ve'1-Müteallim" adlı eserinde ise, İman için şunları beyan eder şehid İmam (rh.a):
"İman, tasdik, ma'rifet, yakîn, ikrar ve İslâm'dır. [6]
İman edilmesi gerekli olan şeylere katıksız bir şekilde inanan muvahhid mü'minler, önce neye, niçin ve nasıl iman ettiklerini bilmeleri gerekiyor... Delilleriyle iyice öğrenip bildikleri imanın ilkelerini yakîn dereceyle kalben tasdik edip dil ile ikrar ettikten sonra tamamen teslim olup itaat eden mü'min müslüman, imanın tadını alabilirler. Çünkü böyle katıksız, bir iman ile inanan izzet sahibi muvahhid mü'minler, yakînen hakikatin şahidleri olurlar... Böylece bütün şübheler giderilmiş, tereddütler yok olmuş ve "gayb ile arasındaki perdeler kalkacak olursa, onun yakıninden herhangi bir değişme olmaz..."
Şehid İmam Ebu Hanife (rh.a), iman ilkelerine katıksız, seksiz ve şübhesiz iman eden mü'min müslümanların imanları, meleklerin imanları ile aynı olduğunu, "'El-Âlim vc'1-Mütcallim" adlı eserinde şöyle beyan eder:
"Şübhesiz onların (meleklerin), Allah'a karşı bizden daha itaatli olduklarını biliyorum. Ben sana, imanın amelden başka bir şey olduğunu söylemiştim. Buna göre bizim imanımız da, onların (meleklerin) imam gibidir. Çünkü biz, Allah'ın birliğini, Rabb olduğunu, kudretini ve ilâhî katından gelen her şeyi, meleklerin ikrar ettikleri, peygamberlerin tasdik ettikleri gibi tasdik ettik. Bundan dolayı iddia ediyoruz ki bizim imanımız, meleklerin imanı gibidir. Biz, meleklerin görüp inandıkları, Allah'ın akıllara hayret veren ayetlerin hepsine görmediğimiz halde tamamen iman etmiş bulunuyoruz.
Bir şey hakkında kullanılan "yakîn" ifadesi, o şeyi kesin olarak, şek ve şübhe etmeyerek bilmek demektir.
Bundan dolayı şehadet ehli olan bir müslüman, hangi günah işlerse işlesin, Allah, Kitaplar ve Rasuller konusunda şübheye düşmez.
Diğer insanların durumunu, kendi durumumuzla kıyaslarsak, bizden, bir musibet anında bazan sürçme ve feryad veya düşmandan korku sadır olduğunu görürüz. Bu durumda iken, Allah ve Allah katından gelen şeyler mevzuunda bize herhangi bir şek ve şübhe arız olmaz. Bizim anlayışımıza göre kendi durumumuz ne ise, başkalarının durumu da odur.[7]
Aynı eserinin bir başka yerinde de şöyle diyor şehid İmam (rh.a):
"Bizim imanımız, onların (peygamberlerin) imanı gibi olduğunu bilmiyor musun? Biz de, peygamberlerin iman ettikleri her şeye iman ettik. Fakat bunun ötesinde iman ve bütün ibadetlerin sevabı hususunda onların bize üstünlükleri vardır. Çünkü Allah Tcâlâ, peygamberleri, diğer insanlardan peygamberlik hususiyeti ile üstün kıldığı gibi, sözlerini, namazlarını, evlerini, meskenlerini ve bütün her şeylerini diğer insanlardan üstün kılmıştır.
Allah bize, onlara verdiği sevab gibi sevab vermediği zaman bize zulmetmiş olmaz. Zulüm, ancak bizim hakkımızın karşılığını vermeyip mahrum etmesi hâlinde bahis konusudur. Bunun yanında Allah'ın hakkımızı tam olarak verip bizi hoşnud kılmasından sonra, Peygamberlere daha çok ihsanda bulunması zulüm değildir.[8]
İmam Tahâvî (rh.a), "El-Akîdedu't-Tahâviyye" adlı eserinde katıksız iman konusunu şöyle beyan eder:
"Meleklere, peygamberlere ve peygambere indirilen kitaplara iman eder, peygamberlerin apaçık doğru üzere olduklarına şehadet ederiz." [9]
İmam Tahâvî (rh.a) aynı eserinin bir başka yerinde ise, şunları söyler:
"İman, dil ile ikrar ve kalb ile tasdikten ibarettir.
Allah Teâlâ'mn Kur'an'da şeriat ve din olarak indirdiği ve peygamber (s.a.s.)'in de bu hususta sahih olarak beyan ettiği şeylerin tamamı haktır.
İman tektir, iman eden kimseler de imanın aslında eşittirler. Gerçekte, mü'minlerin arasındaki üstünlük ise, takva, Allah'a karşı gelmekten korkmak, nefsî arzulara uymamak ve daha layık olana sıkı sıkı bağlanmak suretiyle elde edilir.
Mü'minlerin tümü Allah'ın dostudur. Allah katında en değerlileri ise, daha itaatkâr olanları ve Kur'an'a en çok uyanlarıdır.
İman konulan, Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe iman etmek, öldükten sonra dirilmeye, kader, yani hayır ve şerr, acı ve tatlı herşeyin Allah'dan geldiğine inanmaktan ibarettir.
Biz, bunların tümüne iman ederiz ve Allah'ın peygamberlerinden hiç birini, diğerinden ayırdctmeyiz. Hepsinin de Allah'dan getirdiği şeyleri tasdik ederiz.[10]
Âlemlerin yegâne Rabbi Aliah'dan başka rab, yegâne hayat nizamı, İslâm'dan başka din ve yegâne önder Rasulııllah (s.a.s.)'dcn başka önder kabul etmeyen muvah-hid mü'min müslümanların iman anlayışı, şehid İmam Ebu Hanife (rh.a) ve İmam Tahâvî (rh.a)'in beyan ettikleri gibidir. Onlar, bu şekilde iman eder ve imanın gereği olan teslimiyetlerini hayatlarında gösterirler.
İnsanların tasdik konusunda üç hâlde bulunduklarını vurgulayan şehid İmam Ebu Hanife (rh.a), "El-Âlim ve'l-Müteallim" adlı eserinde konuyu şöyle izah eder: "İnsanlar, tasdik konusunda üç halde bulunurlar: Bir kısmı, Allah'ı ve Allah "dan gelen şeyleri kalb ve lisan ile tasdik ederler. Bir başka kısmı, lisan ile tasdik eder, kalbi ile yalanlar. Bir kısmı da, kalb ile tasdik eder, lisan ile yalanlar.
Allah'ı ve Alİah katında gelen şeyleri kalb ve lisan ile tasdik eden kimse, Allah katında ve insanlar yanında mü'mindir. Lisanıyla tasdik, kalbi ile tekzib eden kimse Allah katında kafir, insanlara göre ise mü'min olur. Çünkü insanlar, onun kalbinde olanı bilmezler. İkrar ve şehadetinden dolayı onu, mümin diye isimlendirmeleri gerekir. Zira kalbindekini öğrenme külfetine girme durumu yoktur. Bir kısım kimseler de, Alİah katında mü'min, insanlara göre kâfir olur. Bu, imanının gizleme durumunda, lisanı ile küfür izhar etmiş kimsenin hâlidir. İmanını gizlemek için böyle yaptığını bilmeyen kimse onu, kâfir olarak isimlendirir. Fakat o kimse, Allah katında mü'mindir. [11]
İmamlarımızın bu beyanlarından sonra iman ile ilgili konulara geçebiliriz.
İnanılması gerekli olan şeylere özlü ve bütünüyle inanmak demektir... Bu, kelıme-ı Tevhid ve Kelime-i Şehadet cümlelerinde özetlenmiş olup bu cümleleri kalben tasdik edip dil ile söyleyenler mü'min müslüman birer muvahhıd şahsiyet olurlar.
"La ilâhc illallah, Muhammedün Rasulullah" cümlesidir ki, Allah'dan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah'ın Rasulü'dür demektir.
Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyurur:
"Şu hâlde bil, gerçekten Allah'dan başka ilâh yoktur.[12]
"Muhammed, Allah'ın Rasulüdür. [13]
Ebu Zerr (r.a.)'m rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s,):
"Lâ ilahe illallah deyip de sonra bu ikrar ve iman üzerine vefat eden her kul muhakkak cennete girecektir. [14]
Ebu Malik, babasından rivayet eder:
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Her kim, Lâ ilahe illallah der de, Allah'dan' başka tapılan şeylere küfrederse, onun matı(na) ve cam(na dokunmak) haramdır. (Batınî) hesabı ise, Allah'a kalmıştır.[15]
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderdiği sırada O'na hitaben:
"Sen, Kitab ehli olan bir kavim üzerine vali gidiyorsun. Onlara vardığın zaman kendilerini, Lâ İlahe İllallah ve enne Muhammeden Rasulullah düstûruna çağır. Eğer onlar, bunda sana itaat ederlerse, onlara Allah'ın kendilerine her gece ve gündüzde beş namazfarz kıldığını haber ver. Eğer onlar, bunda da sana itaat ederlerse, bu defa da kendilerine, Allah'ın onlara bir sadaka (zekat) farz kıldığını, bunun, onların zenginlerinden alınıp fakirlerine verileceğini haber ver. [16]
"Eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve rasulüh." Cümlesidir ki, ben, şahidlik ederim ki, Allah'dan başka ilâh yoktur ve yine şahidlik ederim ki, Muhamed O'nun kulu ve Rasulüdür, demektir.
Ebu Said el-Hudrî (r.a.)'ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):
"Allah'dan başka ilâh olmadığına ve kendimin
Rasulullah olduğuna şehâdet ederim. Eğer bir kul, şübhe etmemek şartıyla Allah'a bu iki şehâdetle kavuşursa, cennet(e girmek)ten men olunmaz." [17]
Enes b. Malik (r.a.)'dan:
Rasulullah (s.a.s.), Muaz b. Cebel'e şöyle buyurdu:
"Hiçbir kimse yoktur ki, kalbinden tasdik ederek Allah'dan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Rasulullah olduğuna şehâdet etsin de Allah, onu ateşe haram etmesin." [18]
Muaz b. Cebel (r.a.)'m rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
"Hiçbir kimse yoktur ki, Allah'dan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın Rsulü olduğuna şehâdet edip de bunu, Kalben de tasdik ederek ölsün de Allah, ona mağfiret etmesin (cennete girer). [19]
Yusuf b. Abdullah b. Selâm, babasından rivayet eder:
Bir ara, Rasulullah (s.a.s.) ile oturuyorduk. Vadide bir adam:
Ben, şahidlik ederim ki, Allah'dan başka ilâh yoktur. Muhammed de O'nun Rasulüdür, diyordu.
Rasulullah (s.a.s.) de:
"Ben de şahidlik ederim ki, buna tanıklık eden şirkten arınmış olur. buyurdu[20]
Kaynakça...:
[1] Imam-i Azam'ım Beş Eseri, çev. Mustafa Öz, İst. 1918. sh. 72. [2] İmam-ı Azam, Fıkh-ı Ekber şerhi, şerh: Allâme Aliyyu'1-Karî, çev. Hüseyin S. Erdoğan, İst. 1987, sh. 300.
[3] İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh. 43.
[4] Dr. Arif Aytekin, Ehl-i Sünnet İnanç Esasîarı-Tahâvî ve Akaid Risalesi, İst. T.Y. sh.44, Md.36.
[5] Imam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh. 46.
[6] Imam-ı Azam'ın Beş Eseri. sh. 17.
[7] İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh. 19.
[8] İmam-1 Azam'ın Beş Eseri, sh. 2:.
[9] Dr. Arif Aytekin, A.g.e. sh. 54, md.51.
[10] Dr. Raif Aytekin, A.g.e. sh. 56-58, md,60-65.
[11] İmam-ı Azam'ın Beş Eseri, sh. 17-18.
[14] Sahih-i Buharı, Kitabu'i-Libas, B. 24, Hds. 44. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İman, B. 10, Hds. 43.
İmam Suyufi, Mütevatir Hadisler, çev. Mehmet Emin Akın,
Ank. 1992, sh. 29, Hds.3.
İbn Kesir, Hadislerle Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, çevr. Dr. Bekir
Karlıya -Dr. Bedrettin Çetiner, İst. 1984, c.4, sh. 1725.
İmam Ahmed b. Hanbet'den
İmam Nesâî. Hadisler ışığında Günlük Hayat, çev. Mehmet yolcu, İst. 1996, c. 2, sh. 400, Hds. 1132-1133.
[15] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-lman, B. 8. Hds. 37.
[16] Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Mağazî, B. 62, Hds. 345. Kitabu't-Tevhid, B.l, Hds. 1. Kitabu'z-Zekat, B.l, Hds.l. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İman, B.7, Hds. 30-31. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'z-Zekat, B.5, Hds. 1584. Sünen-i Neşet. Kitabu'z-Zekat, B. 46, Hds. 2512. Sünen-i İbn Mace, Kitabu'z-Zekat, B.l, Hds. 1783. Sünen-i Tirmizî, Kitabu'z-Zekat, B. 6, Hds. 621.
[17] Sahih-i Müslim, Kitabu'1-Iman, B. 10, Hds. 45,
[18] Sahih-i Buharı, Kitabu'l-İlm, B. 50, Hds. 68. Sahih-i Müslim, Kitabu'Uİman, B. 10, Hds. 47.
[19] Sünen-i İbn Mace, Kitabu'1-Edeb, B. 54, Hds. 3796.
İmam Nesâî, Hadisler Işığında Günlük Hayat-Amelü'l-Yevmİ ve'I-Leyl, c.2, sh. 401, Hds. 1134
[20] İmam Nesâî, A.g.e. c.l, sh. 173, Hds. 39.